bitiş;
başlangıç,
kanatlarında özlemin
mutlu bir kırlangıç…
belki bir düş vuslata dair
belki sert bir düşüş ayrılığa…
Aylar: Mart 2008
Bursa Nutku…
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek”Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
Hu…Hu…
İlk notasında başlıyor titreşimler… Bir anda alıyor aklımızı başımızdan ve nereye gittiğini kestiremediğimiz cümleler akıveriyor parmaklarımızın ucuna.
Fonda tiz sesler kendini göstermeye çalışırken bir an ilgisiz kalabiliyorum. Ta ki kemanın iç gıdıklayan notasına basınca bir başkasının henüz nasırlaşmamış elleri…
Kendimi tanıyalı çok olmadı. Çocukluktan kurtulmaya çalışmaktan olgunlaşmamıştı belleğimiz ve biz annemizin sıcak ellerine dokunmayı bu kadar çok özlemiyorduk o zamanlar. Başımızı çevirdiğimiz noktada gölgeler dolaşıyordu. Aralarında parlıyorduk ya biz sanıyormuşuz parladığımızı belki de…
Bir o yana bir bu yana uçuşuyordu kimlikler.
Kim ne olduğunu bilmiyor..veya biliyor ama bildiklerini yaşamaktan çok uzaklarda bir yerde kendisinden daha güçlü bir rüzgarın esintisinde kayboluyordu.
Yaş kemale ermemişti ve geceleri yattığımızda rüya alemine dalmadan hayal aleminde koşturuyorduk. Bam telimize dokunan gözler çıkmamıştı karşımıza ve biz tepeden tırnağa gerçekleşecek dönüşümün 20.000 fersah ötesinde kovboyculuk oynuyorduk kendi kasabalarımızda.
Cümlelerimiz daha kısa ve daha anlaşılırdı belki ama birilerinin anlaması kaygısı taşıyorduk. Yelkenlerimizi açtık ve yola koyulduk.
Yolculuğun her anı birbirinden heyecanlı öyküler, kavuşmalar, tekrar kavuşmalar ve en sonunda kavuşulmayası ayrılıklarla doluydu. Adadan adaya sek sek oynayadursun eski zaman hatıratları biz açılalım gönlümüzün tahtındaki uçsuz bucaksızlığa…
Onun saçına. onun gözlerine, sözlerine dalalım…
Vuslat peşinde koşsun koşacaksa hayalciklerimiz. Ve biz onu konuşaduralım.
Sevekalalım, bataçıkalım, “düş”e kalkalım, sarmaşalım, dolaşalım, yok olalım.
Sevdasından başımız dönsün, özleminden damarlarımız titresin.
Atsın hu hu diye…