hiç gördünüz mü koşmak yerine
yürüyenini aşıkların
hiç tanıdınız mı
beklemeyi seveni
peki kalpler arası bir köprü var mı?
yoksa ritminden mi zıplar durur yüreğim
yoksa ben körkütük aşık
dört nala bir tavşan mıyım?
Aylar: Şubat 2007
A.Ş.K
Bir mektuptur benden sana ulaşan
her sabah güneşle uyanan
ve her nefeste alınan
her sözde verilen…
…AŞK!
Bir anda
bulutlar ellerimde
sen yanımda
hiç yaşanmamış zamanda
tutam tutam verilen
muhabbettir
…AŞK!
Bir kış günü gözümü açtığım
bazen gözlerinden kaçtığım
bana senden ulaşan
bana benden yakın
bir ömür sürecek
sonuna başlarken
karar verilmiş
üç harften oluşan
sadece sende yaşadığım
bir alfabedir…
…AŞK…
Sudan çıkmış gibi
Sevgili dostum beni duyuyormusun?
Biraz önce yanımdan bir tanesi daha geçti. O kadar inandırıcıydı ki kendimi az daha onun acımasız kollarına kaptıracaktım. Tarif edilemez bir renk cümbüşüne teğet geçtim. Daha öncekilerden farklıydı. Sanki benim için gönderilmiş gibiydi. Neyse ki düşmedim tuzağına…
Daha ne kadar sürecek bu kaçışlar? Sen gittin gideli buraların tadı kaçtı. Her yer çok karanlık. Eskisi gibi hareketli değil buralar. Bir ben varım bir de taş yığınları.. Geçenler de garip maskeler takmış,sırtlarında kocaman bidonlar olan birileri dolaşıyordu buralarda. Harabeyi didik didik ettiler sanki bir şey arıyorlardı. Ne hakları var yüzlerce yıl süren uykusundan uyandırmaya ahşap harabeyi.. Dedim ya tadı kaçtı buraların..
Neyden bahsediyordum? Tamam hatırladım. İzin vermeyeceğim onların beni de buradan koparmasına! O kadar canlı görünüyorlar ki. Onlara kapılanların hepsi senin gibi bir daha geri dönmediler. Ben de cevap gelmeyeceğini bilmeme rağmen sana seslenmekten bıkmıyorum. Çok özledim seni dostum ne vardı kendini kaptıracak o sahte ışıklara..
Giderek kirleniyor buralar. Nefes alamadığımı hissediyorum. Bazen canıma tak ediyor terk-i diyar edeyim diyorum. Bilirsin akıntıya karşı yüzmek çok zor.
Artık eskisi kadar da güçlü değilim. Bu kovuktan kurtulmak eskisi kadar da kolay değil.
Birisi daha geliyor. İstemiyorum. Sonuna kadar da direneceğim. Alınma ama sana da hiç yakıştıramadım. Bu tuzağa düşmene akıl sır erdiremiyorum.. Biliyorsun hep aynı oyunu oynarlar.. Birden çıkarlar karşına; ihtişamlı renkleri, davetkar bakışları, o inanılmaz vücutları seni çağırır. Sen farkına varana kadar neredeyse düşmüşsündür kucağına. O anda işin bitmiştir. Ya da benim gibi şanslısındır. Yırtarsın paçanı birkaç kez.. Seni uzaklara çağırırlar, ışığa doğru.. Ben direnmeyi seçiyorum. Ama bu o kadar güzel ki…
Baksana nasılda gülümsüyor. Diğerlerine hiç benzemiyor. Bende kaptırsam kendimi senin yanına getirir mi beni? Merak etmiyor da değilim. Sen hep anlatırdın büyülü bir dünyadır orası her taraf aydınlıktır, yoklar varolur diye.. Zaten bu karanlık ta bunalttı beni.. İşte yine geliyor. Beni çağırıyor. O çok güzel dostum!
Acı çekme ihtimalimde var biliyorum. Ama bu güzellik için değmez mi? Hep aç gözlülüğümüzden zannederler ya onlara düşkünlüğümüzü bilmezler onların ne kadar zor bulunduğunu, ne yaparsan yap gözlerini alamazsın ondan bilmezler.
Her hareketi ayrı güzeldir. Onlar varken bulanıklaşır her taraf.
Bu çok farklı…
Yanına gidiyorum.
-Merhaba!
Ses yok.
-Merhaba ben…
Hala çok güzel ah birde konuşsa.
-Çok güzelsiniz!
Bak hareket etti. Beni çağırıyor yukarıya doğru.
-Beni mi çağırıyorsun?
Etrafıma bakıyorum kimse de yok! Ne kadar da farklı görünüyor. Evet evet bana gülümsedi. Bu sefer gideceğim.
Bana yaklaşıyor. Gözleri beni büyülüyor. Kalbim hızla çarpmaya başladı yerinden fırlayacak kadar.
O dudaklar beni davet ediyor. Uzanıyorum. Öpmek için bir hamle yapıyorum kendisini geri çekti. İstemiyor galiba…
Yooo…
Tekrar geliyor. Bu sefer olacak gibi. İnanamıyorum.
Onu öpüyorum..
Bu da nee!
Canım yanıyor.
-Bırak beni.. Neden kızdın şimdi?
Acaba yanlış mı anladım.
-Bırak canım yanıyor. Gelmekten vazgeçtim.
Ne kadar da soğuk! Hiç canlıya benzemiyor. Yukarı doğru çekiliyoruz ikimizde.. Bizi çeken her neyse çok güçlü. Artık dayanamayacağım bu acıya..O neden hiç tepki vermiyor? İşte ışık. Buralar ısınmaya başladı. Çok bulanık. Etrafımda bir şeyler dolaşıyor. Çıkıyoruz….
Nefes alamıyorum! Kurtulmalıyım buradan yoksa… Bir şey izin vermiyor çırpınmama bizi ayıracak sanırım. Evet kurtulacağım galiba.. Nefes alamıyorum. Dayanamayacağım neden bırakmıyor beni? Gözlerim, gözlerim.. Göremiyorum. Uykum geldi.
Neden yaptı acaba bana bunu.. Oysa ben ona….
Ben sadece kendi sularım da yüzüyordum. Beni neden denizimden ayırdı..
Neden benim gibi yalnız bir balığın hayatını sonlandırıyor.. Ben sadece sevmiştim ya onu.
Sende buradasın.. Çok şükür dostum seni görmek o kadar güzel ki..
Sensin dostum!
Anlatırdın ya aşk bu ya hiçbir şey değişmez ya da sudan çıkmış balık olursun sadece…
2004-Bursa
Robinson Crusoe İstanbul’da
Sevgili kardeşimiz Robinson Crusoe’nun hikayesini hepimiz biliriz. Kitaplarını okumuşuzdur, filmlerini izlemişizdir. Cuma’sıyla minik adalarında yaşadıkları maceralar, hayat mücadelesi, geçim kaygıları vs… Bu arada kitap Daniel Defoe’ye aittir bilmeyenlere hatırlatma…
Nasıldı hikayemiz, Robinson macera dolu yaşantısı olan o okyanus senin bu okyanus benim gezip duran bir asıl kişidir. Yine bir yolculuğunda saadet kayığı azgın dalgalara yenik düşer ve Robinson kendisini bir ıssız adada bi kaç parça eşyasıyla acunsuz survivor olarak buluverir. Mavi takım üyesi olarak başladığı ada yaşantısında canı arkadaşı Cuma ona eşlik etmektedir. Ama o henüz annesinin karnı yarığını değil karnı yarılmış insancıkları yiyen bir yamyamdır. Gelgelelim sanırım 28 sene boyunca uslu uslu yaşadıklarını rivayet ederler. Eğer ki birbirlerine Robi ve Cumacığım diye hitap etmemişlerse…
Sevgili abimiz yüce survivor Robinson ilelebet dokunulmazlık kazanmış halde yaşarken bir yandan da yamyam Cuma’yı medenileştirir. Bla bla bla…
Neden anlatıyorum peki bunları…
Efendim geçtiğimiz hafta yoğun bir iş süreci geçirdim. Yaklaşık 5 gün gece gündüz çalıştıktan sonra günübirlik bir seyahat için şehir dışına çıktım. Günü beşlik haline dönüşen bu seyahatim boyunca ıssız adada değilde bolca kalabalık, trafik ve karmaşanın olduğu city of the İstanbul’da kalmak zorunda kaldım. Tabiki bir gün icin gittiğimden aynen Robinson abinin durumuna düştüm. Neredeyse 4 gün matbaadan hiç çıkamadım. Tam bir sefalet yaşadım. Her sabaha bugün gelip alacak beni sahil güvenlik veya kurtarma ekipleri diye umut ederek başladım. El netice insan yaşantısının ritüellerine ne kadar çok alışırsa o yaşantıdan az biraz uzaklaştığında kendisini Robinson gibi buluveriyor. Çözüm üretmeye başlıyorsunuz, olmazları oldurmaya, dayanılmazlara dayanmaya başlıyorsunuz.
Böyle bir süreç yaşadığımdan ötürü şunu kolaylıkla söyleyebilirim. Biz insancıklar yaşadığımız şehirlerin, semtlerin, evlerin Robinson’uyduk. Özgür olduğumuzu düşündüğümüz hayatlarımız bizim değil. Farkında değiliz ama bizler Cuma’laşmışız. Cuma medeniyeti öğrenirken bizler medeniyetten gün geçtikçe kopuyoruz. Yalnızlaşıyoruz kalabalıklar arasında…
Son söz…
Kendinizi unutmayın. Sevdiğinizi unutmayın.
Bitti.
Robin-SON-
Derin Devlet vardır.
Bir tartışmadır gidiyor… Derin devlet var mı? Gladyo’nun uzantısı mıdır? Amerika’ya esir olmuşuz, yok avrupa Birliği falanda filan…
Hepimiz kahramanlık destanları ile büyümüşüzdür. Benimde mensubu olduğuğum kuşak ihtilal sonrası yetmeler olduğumuz için biz daha çok ceddin deden nesrin baban ara gazı, şanlı osmanlı nutukları ile büyütülmüşüzdür. Arada sinmiş, sindirilmiş cumhuriyet kuşağının aydın vatanperver öğretmenleri de olmasa belki günümüz eğitim sisteminin içinde yetişen çocuklar gibi yetişecektik. O zaman hip hop yoktu da, Timberlake yerine falancalar vardı belki ama yine de Cumhuriyet, Atatürk, Türk Milleti, Bayrak gibi kelimeleri duyunca kalbimiz içten bir sızlardı, başımızı dik tutar kendimize olan güvenimizi hissederdik derinden…
Gelelim günümüze… Tarihi boyunca dünya üzerinde “ırkçılığa” zerre kadar yanaşmamış, başı sıkışana hangi dinden, hangi milletten olursa olsun kucak açmış bir millet, kendi çıkar ve hassasiyetlerini gündeme getirince kafatasçılıkla suçlanıyor. Kendinden menkul “aydınlar” tarihlerini bilmezler atıp tutuyor meydanda… Kimisine Nobel veriliyor, kimileri mütareke basınının köşe başlarına yerleştirilmiş düğmesine basıldığında ötmeye başlıyor; Demokrasi, Küreselleşme, İnsan Hakları vesaire vesaire…
Bu topraklar tarihinde birçok millete kucak açmamış mıdır? İspanya’dan kaçan Yahudilere, II.Dünya Şavaşı’ndan kaçan profesörlere( ki o dönemde en özgürlükçü buldukları memleket geldiklerini ifade etmişlerdir), bugün Aslana hırlayan köpek misali arada sırada atıp tutan sözde devletlerin sözde devlet başkanlarının kendileri sefa içinde yaşarken aç susuz gariban tebaları Saddam’dan kaçarken bu millet sorgusuz sualsiz kapılarını açmamiş mıdır+? Ne kadar uğraşsalar da yine de bir arada yaşama inadını, inancını sürdüren bu milleti nasıl tanımamışlardır.
Evet ben açıklıyorum Derin Devlet vardır…
Çok derindedir temeli… Gücünü Ulusal iradeden alan, muasır medeniyet hedefinde, kendine güvenen, büyüklüğünün farkında, milli manevi değerlerine bağlı, Mustafa Kemal’in çizdiği yolda, bağımsızlığın derdinde, insanını hiçbir birlikten, devletten, kabileden, aşiretten aşağı görmeyen, bu kavramlarına dokunulduğunda artık sabretmeden tepkisini veren bir derin devlet vardır. Bu derin devlet bende dahil olmak üzere bu hassasiyetlerini koruyan Türk Ulusudur. Derinliği sahipliğinden gelmektedir.
Her zamanda olacaktır.
Tavsiye
Mevsimlerin geçişini izlemenin insana verdiği çeşit çeşit duygu vardır. Sizi çok üzebilir yaz mevsiminin o iç ısıtan güneşine elveda demek… Ve belkide heyecanı sarar yeniden yazı karşılayabilecek olmanın.. Sonbaharı karşılarsınız sarısıyla yapraklarda, uğurlarsınız rengarenk çiçeklerle.
Siz hangi mevsimi güzel yaşadıysanız o mevsimi bırakmak zor gelir, bilemezsiniz gelenin size neler yaşatacağını. Kimler geçmiştir tarih boyunca bu topraklardan ve daha niceleri geçecektir. Sizin heyecanlarınızı yaşayanlar vardı düşünmezsiniz, yaşayanlarda olacak öngöremezsiniz.
Düşünmek gerek. Birgün hiç sevmediğiniz soğuk size ısınmak için bir kucak aratacaktır. Bu kucak olmadan baharın ne anlamı kalır ki.. Hiç aklınıza gelmez yazın o sıcağında o soğuktan bir parça arayacağınız. Kışın sıcacık bir oda isteyecek canınız sokaktayken. O odayı bulacaksınız. Bulacaksınız size yetmeyecek, doldurmak isteyeceksiniz tıka basa. Bir, iki, üç…. Ayrı ayrı zamanlarda ayrı ayrı insanlar geçecek önünüzden. Siz yinede yetinmeyin. Kışın ardından gelecek baharda anlamı olsun elinize tutuşturulacak papatyanın. Kapatın gözlerinizi, sizi hayal edebilecek olanları hayal edin.
İnanın bu o kadar zor değil. Denemek gerek. Denemek için cesaret gerek. Eğer heyecanlıysanız o gücü kendinizde bulacak, karamsarsanız başkalarında arayacaksınız. Şanslıysanız ve eve kapanmamışsanız bir ihtimal kurtulabilirsiniz. Eğer o kadar şansınız yoksa gelecek mevsimin gücüne inanın. O size yeni kapılar açacak ve o kapıların ardında birileri hep olacaktır.
Bu bir hayata iştirak meselesidir
durduğumuz yerden hayal kurmak neye yarıyor ki? yaşamak bir hayata iştirak meselesidir. eski dilden süslü kelimeler kullanmak değildir amacım “zira” bu bir katılım meselesidir. tek bir kelime dahi yazamadan geçmiş 2 koca yılın “blog” denen ne menem bir gavur icadından faydalanarak acısının çıkarılması meselesidir. bu anlaşılamama kaygısı taşımayan rakamlardan oluşan kişisel bir imza kodlamasıdır. benim değil, anlamayanların meselesidir.