Gidenlerin ardından gelenler…

Picture 5.png


Titreyen sesiyle gelenleri karşılıyordu. Kaybettiğinin özlemi ile sarsılmış bedeni her an yıkılacak bir çınar gibi son anlarını yaşıyordu sanki. Kapıyı her açışında kapıdan içeri girenlere öyle bir “Dostlar sağolsun”deyişi vardı ki için için ağladığını farkettirmeye yetmiyordu.Gidene ondan daha yakın olanlar gülücükler atarken timsah gözyaşları arasından, gerçekten kıymetini bildiği gidene güle güle demek ne kadar da ağır geliyordu ona. Kafasını çevirdiği her yerde bir omuz arıyordu. Ondan bağımsız başı ve saçları sahibini arayan dalları gibiydi yaseminlerin.

Bir elinde kolonya bir o yana bir bu yana koşturuyordu. Gidenin gittiğini bir tek o biliyordu sanki. Bu ayrılığın sevgiliye vuslat, onunla birleşmek anlamına geldiğini nasıl anlatabilirdi ki bu gölgelere…

Onu anlayacak kim vardı ki hem?

Yine bir köşeye çekildi. Tıpkı aylar öncesinde olduğu gibi kontrol edemediği gözyaşları çoktan bağımsızlığını ilan etmişti. Hürriyetine kavuşmuş kanaryalar gibi şakıyorlardı ve yanaklarından sekerek dudaklarında yok oluyordu yolculukları. Derin derin nefes alıp verişlerini farketti. Her isyan edişindeki gibi adresini buldu içindeki sızılar. Gözünün önünden geçti anılar. Ayrılıklar geldi aklına, üstünü kapadı çünkü üşümüştü özlemi. Okumaya devam et Gidenlerin ardından gelenler…

sahipsiz diyaloglar…

-Bu sokağı bir yerden tanıyorum. Daha önce geçmiştim. Seninle miydik?
-Sanmıyorum.
-Birazdan yağmur yağacak.
-Bulutlar güzel değil mi?
-Neden güzel? Her zamanki gibi bulut işte…
-Ruhsuz!

-Yarın sinemaya gideriz, sonra bir yerlerde otururuz. Onlar da oraya gelir. Sonra size gideriz. Hem babanı da özledim.
-Olur.
-Belki yarın sabahta hep beraber kahvaltıya gideriz. Hava güzel olacağa benziyor. Biraz bulutlu ama…
-Yağmur yağacak.
-Güzel bir çiçek alalım mı? Mesela…? Bahar da hangi çiçekler var?
-Gerek yok!
-Bak çiçekçi…
-….

-Susmasak diyorum.
-Birazdan yağmur diner.
-Çok sıkıcısın.
-Evet öyleyim.
-Karnım acıktı.
-Ben aç değilim.
-Bakıp duruyorsun öylece, sandalye daha çok konuşuyor benimle. En azından varlığının farkına varabiliyorum. Karnım aç dedim sana.
-Dışarı çıkalım.
-Şapkanı unutma bari.
-Güneş çıktı.

-Sırılsıklam oldum.
-Dün gece de ağlamıştım.

-İyi geceler.
-Sana da.
-Işığı kapatır mısın?
-Tamam.

ORALARDA BİYER

Picture 3.png

Çocukken yaptığımız yolculuklarda otobüslerin cam kenarını kimseye kaptırmazdım.
Şımarıklık değildi. Nedenlerim vardı. Bir kere yol boyunca gördüğüm bütün tabelalardaki yazılanları okumalıydım. Nüfus=…ve Rakım=… tabelalarını kaçırmamalıydım ve km tabelalarının sağlamasını yapmak gibi ulvi bir görevim vardı.

Üstelik karayollarında elektronik sayaçlar çıkmadan çok önceleri ki yaklaşık 20-21 senesi vardır bu geçmişin, otoyollardaki arabaları sayma görevim daha vardı ve çok yorucu olmasına rağmen çok büyük haz duyardım.

Özellikle nur içinde yatsınlar sevgili dedem ve babaannemi görmeye gittiğimiz şehr-i Yalova yollarının bendeki hatırası pek bi güzeldir.

Adapazarı’nda otururduk. Bütün tatillerimiz Yalova’da geçerdi. Değişik bir heyecanı vardı bu yolculukların. Bir kere hiçbir yerde olmayan kırmızı asfaltla kaplıydı bu yol ve benim için her bir km.sini daha da bi kıymetli hale getiren müthiş bir özellikti bu kırmızılık.

Gölcük donanmasının tel örgülerinin ardındaki askeri nöbet kuleleri ve kulelerde nöbet tutan askerlere verdiğimiz selamlar, attığımız gülücükler ve her defasında karşılığını aldığımız el sallamalar bambaşka bir tat katmıştır çocukluğumuzun yolculuklarında ve belki de askerlere sevgimin tohumları o günden atılmıştı. 3 kardeştik ve bunun tadını anlatmak size yaşatmaz güzelliğini bunun farkındayım.

Karamürsel’deki anıt mezara gelirdik, otobüs dururdu ve ben anıta bakarak onun üzerine kurduğum hayallerin ardından 45dk sonra yanlarında olacağım dedemin ve babaannemin kokusunu almaya başlardım. Hala o yol onlar kokar ve arabanın sesinden çok onların sesini duyarım kalan kilometrelerinde kırmızı asfaltın. Acaba hala kırmızı mı ki? Hiç dikkat etmiyorum demek ki artık.

Yalova’nın ismi bile bir farklı gelirdi. Bambaşkaydı herşey. Denize girmekten vazgeçmediğim zamanların bir kova kumu ve aklımızı alıp giden dalgalardır Yalova. Çok sevdiğim kardeşimin”Yavola”sıdır.

Yolculuklarda yol kenarındaki evleri izlerim. Genelde ışıkları yanar akşamları ve perdeleri hep açıktır. İnsanlar yaşarlar. Sizin gibi, benim gibi… Siz yolculuktasınızdır. Ya ayrılıyorsunuzdur birilerinden veyahut kavuşmak üzeresinizdir. O yüzden o pencerelerin içindeki her kalabalık cız ettirir içinizi ve bu çok hoş bir duygudur. En azından benim için.

Şimdi her yolculuk kavuşmanın değil uzaklaşmanın yolculuğu sanki.

Demek ki çocukluğumuz vardı, bugünümüz var, uzaklardayız.

Ve kavuşulası özlemler hep Oralarda bir yerlerde…

Oralar çok uzakta ve her kilometresinde askerler var, dedeler var, asfaltlar var kırmızı olmasa bile…

Bi tek ben varım değişmeyen o zamandan bu zamana.

ve tabiki gidilen yerler başka,
gidilenler başka…

BİRİLERİ…

Sokaktalar,

koşmakta,
uyumakta
ve kaybolmaktalar.

Birileri hep sayıklamakta,
birileri sayılmaktalar.

Ağlamaktalar birileri
sarılmaktalar.

Hayaldeler birileri,
perdedeler,
ardındalar maskelerin
kayıptalar.

Zorlanmaktalar birileri
uçsuzdalar
bucaksızda…

Kendilerinden
uzaktalar.

Kucaktalar belki
özlemekteler
hem yan yana
hem ayrılıktalar.

Sevmekteler birileri
sevilmekteler.

Özlemlerinden
yerlere
serilmekteler.

Kuzusular analarının,
mahkumular yazgılarının…
Acısından yaralı kalplerinin
kanadı kırıklar.

Ben, sen,o olanlar.

Biz, siz, onlar…

biz kimiz?

sen hangi toprağın yazısısın
kara mı kara
sulanır değil mi terinle
tarlasındaki çatlakların tenindeki yara

bir tohum değil mi
senin elinden tuttuğun
ve babam sana bakan değil mi
o yetim maraba

Babam tozundan düşmedi mi
yanık sevdalın o dipsiz dara

Hiç çınlamaz mı
bağlamanın telinden dökülmez mi
o zaman düşmez misin sen zara

Babam senin toprağın ben değil miyim
bir ayran bakracında iz değil miyim yüz yıllık
aynı tasın gardaşı değil miydik biz

aynı dostun sırdaşı

Babam
senin yurdun başak tarlalarının ardından gidilen
ve ılgıt ılgıt esen kavrulmuş teninde
yarin öpüşü değil miydi

Babam bir köy düğününde çekilen halay değil miydi
kollarımızın düğümü
aşıklığımız değil miydi ki anlatan
iri gözlü köylü kızın elindeki
kalaylı güğümü

Babam biz hemşehri değil miydik
gönül tahtında
toprağına aşık
cigerin, toprağım, gardaşım
diye yana yakılan…

Babam biz değil miydik
az önce yaşayan
özünü
bilen değil miydik
gönlümüzün sözünü….

Babam biz uçsuz bucaksız tarlaların
sarı güneşi değil miydik?