tenha kalabalık…

Boğazımda bir düğüm gibi
koşarken çocuk halimle tenhalıkta
senin adının yazdığı tüm cümleleri yırttım attım.

Yağmurun vurduğu kaldırım gibi
ağlarken yoksun halimle kalabalıkta
senin geçtiği tüm yolları kazıdım.

rüzgarın saçlarını okşadığı bir sedir ağacı gibi
salınırken en dik halimle sazlıkta
senin seçtiğin tüm anları sakladım.

bizzat kendim.

Hacıyatmaz misali kafamı vura vura olduğum yerde sallanıp durduğumu
farkedeli çok olmadı. O zamandan bu zaman kendim dediğim zatı muhteremin kabuk
değişimini nasıl anlatabilirim diye düşünüp duruyorum günlerdir. Bu süreçte binlerce
kilometre yol katetmeme ve bolca zamana sahip olmama rağmen tarifi pek zor bir
hallerdeyim.
Bunu zorlaştıracak değilim kendime de…
Yakında arkası arkasına sürecimi yazacağım.
“Kabuk”
pek yakında…
aşk, ihtiras, intikam…
tekmili birden!

Gözlük

Mavi miydi
..yoksa yeşil mi?
Bana baktığında mı güzel gözlerin
ağladığında mı ardında akşamlar
Mona Lisa’ya bile yakışmamıştı
altından çerçeveler
plastik bir gözlüğün sana yakıştığı kadar…

gül… bülbül…

biz, alıştık kargalarla gün yüzüne
bakmaya,
ağzımızda peynir de kalmadı, tilki masasına
meze…

bülbül kime gitti peki, ey gül,
sen de döktün tüylerini arsız yüzümüze,
izin kalmadı kalbimizde…

bülbül kime gittin peki,
biz şiirden düşükler meclisinde
bir sağır beste,
çalanımız yok, söyleyenimiz
terk etmiş,
bir şamar gibi dikenler yüzümüzde…

ş.a.