sen ne bilirsin ki

Nedir istediğin

kafeslediğin beni

hissettiğin nedir

nefesinden kestiğin…

 

bu dikliğin nedir

hiç eksilmeyen.

 

ve sen ne bilirsin ki…

 

yokluğun düştür…

her ana süzülmüş

belki bir çöküştür üstüme

belki hınçlı bir gülüş

 

istesemde koparamadığım

alınlara yazılı bir düşüş

 

uçabilsem göçerdim

kanatlarımla…

çırpmak yerine

sırtımda taşımak zorunda olduğum.

 

ve alıp veremediğin nedir benden

açlığını doyurmuş

bir lokma hasretten başka.

 

hem sen 

ne bilirsin ki…

bilsen uçardın topragına konmak için  

beni gömdügün

 

Hiç!

Kelimelerin boynuna dolanmış bir fular gibi
içine düşülen azgın dalgalar gibisin
vazgeçilmez ve boğucu

saklandığın duvarların ardında bir kitap gibi
beyazına gömülen sonsuz sayfalar gibisin
bitmez ve sorgucu

makamı belli değil bir şarkı gibi
notasız dökülen sözler gibisin

kulaklara kaynamış küpedir senin sesin
ve ciğer yakan oklar gibidir son sözlerin

bulutlar arasından düşen bir külçe gibi
yokluğunun ağırlığından memnun gibisin
gamsız ve tutucu

sen hiçlik zamanında bir destan gibisin
varken peşinden gidilen
yokken yankılanan tarihi boyunca
varlığımın.