ey güzel peri düşünmezmisin hiç
elindeki mi güzel çiçeğin..
dalındaki mi?
koklar durursun aç aç!
Aylar: Mart 2007
…kaçış satırları…
Neyi anlatmaya, neleri anlamaya çalışıyoruz ki… Herşey çok basit. Neyi yaşıyorsak onu değiştirmeyi istemediğimiz için. Eveleyip geveliyoruz. Anlatacak, dert yanacak, mızmızlanacak birileri olsun istiyoruz hep yanımızda. Kaçışlarımızın üstüne serecek kalın örtüler bulmak en kolayı. o kadar da çabuk bulunuveriyor ki.
Bi şarkı vardı; bir cümle kalmış aklımda;”…kaçış satırları”… Ağzımızı açtığımız her zaman kağıda dökülmemiş kaçış satırları ağzımızdan dökülüyor.
Sizi sevene herşeyi kabul ettirebilirsiniz. Sizin için delinmez dağları delebilir, kendine ait ne varsa onları terkedebilir. Sizin farketmediğiniz bunları sadece sizin için yapmadığıdır.
İşte orada çok gizli bir an vardır. O an yapamadıklarınızdan sorumlu bulmaya çalışırsınız. Hep birileri vardır size engel olan. Evet bu bir gerçektir. Ama o birilerine hiçbirşey diyemezsiniz. Çünkü onlar sizin yapamadıklarınızdan güçlenirler. Eğik oluşunuzdan, isteğinizin arkasında durmamanızdan…Farketmezsiniz. Ya da şöyle diyelim farkedenler vardır. Ama onların kaçışları çok kolay olur. Nedenleri vardır. Söyledikleri, o ana kadar yaptıkları hikayedir. Acımazlar. Gözlerini bile kırpmazlar. Sadece bir kaç cümle sıkıştırırlar araya. Ve ona en çok inananı budarlar.
Yitip gitmiş hayatlarının farkındalardır. Bundan sonrada hiç kendi hayatları olmayacaktır çünkü çoktan teslim olmuşlardır. Söyleyemezler cesurca. Nedenler ortadan kalktığında bir bakarlar kendi durumlarına derin bir ah çekerler. Çoktan bitmiştir artık.
Mecburen hayatları vardır. Mecbur oldukları bir hayat…
Hem o nasıl bilir kıymetini, bir sabah gün ağarırken alınlarına dokunacak bir dudağı, elinden tutularak gidilecek bir sabah kahvaltısını, kucağında ondan varolana onunla hayran hayran bakacak olanı, ağlarken dökülen her bir damlanın dağladığı bir yüreğin onun için attığını… Hayaldir onun için.
Gerçek olan kaçmaktır.
Kaçanlar. Bakmazlar ardlarına. Onlar tedrisatını aldıkları yaşamın kapısından girmeyi tercih ederler. Hep uzak durduklarından biri olurlar. Bakışı ile, sözüyle, gözüyle… Farketmezler. Yarım bıraktığı hiçkimse değildir. Hiçbirşey değildir.
Kendilerinden başka…
Biraz daha…
Siz hiç ardınıza bile bakmadan çıkıp gittiniz mi? Herhangi bir yerde her hangi birilerini bırakarak.. Peki size yapıldı mı? Bunun için ağladınız mı?
Hangi tarafta olmak daha cazip gelir size? Gülüp geçmek… Evet gülüp geçmek gerektiğinde başınızı önünüze eğip, ya da aklınızın ucunda bir yerlerde yıllardır yer etmiş huysuz cininiz fısıldarken çek git diye, umursamadan geceleri gündüz ettiniz mi?
Eğer bu sorulardan birine bile cesurca cevap veremediyseniz kapatın gözlerinizi ve öyle kalın. Çünkü siz yaşamıyorsunuz, tek düzelik sinmiş üzerinize.. Sıradan olmak ağırlık yapmış size ama siz hala “biraz daha!” diyorsunuz.
Yanılıyorsunuz. Ama acı olan bu değil tabiki çünkü asıl acı veren sindirmiş olmanız bunu.. Hala hayal ediyorsunuz daha güzel günleri..Olmayacak!
Günün birinde gözlerinizi açmaya karar verirseniz emin olun ki sıradan olmamak içindir artık çabanız, bunun farkına varın.. Dikilin önünde klişelerin.Parçası olmaktan kurtulun başkalarının, silkinin ve bütünü olun hayatın.
İşte ondan sonra paylaşın kendinizi, dağıtın kalbinizi ömrünüz elverdiğince.
Kapattığınızda gözlerinizi bir oh çekmek geçiyorsa aklınızda doğru yoldasınız.
Artık açın gözlerinizi ve gerçek anlamda dağıtın. Çılgınca, çocukça…
Belki arsızca. Şimdi hayal edin daha fazlasını.. Artık OLACAK!
Rapunzel
Hendekleri görmezmisin ki kazdığın
kulenin önündeki tıkıldığın.
çıksın diye prensin güzel rapunzel
saçlarını uzatırsın…
25112 günden bir tanesi
Nedir bu 25112 diye çok düşünmeyin. Ortalama bir türk erkeğinin yaşam süresi 68.8 yılmış. Tam tamına 25112 gün yani. Ne kadar da azmış diye düşünmedim değil. Sonrada kendime bakıp 10220 rakamına ulaştım. Tabiki dehşet derecemde bi o kadar arttı.
Bunlar işin lakırdı tarafları, söylemek istediğim tabiki bunlar değil.
Ben çok küçükktüm. Elime geçen her şeye resim yaptığım zamanlarda sevdiğim hiçbirşeyi kaybetmeyeceğimi düşünürdüm. Ailem, öğretmenim, uzay gemim, Walt Disney kitaplarım…. ve daha neler neler…
Değişen çok birşey yok. Kaybetmeyeceğimi düşündüğüm bazı şeyleri kaybetmiş olsam da hala aynı şekilde düşünüyorum. Bir gün kaybolacağını düşünürek neyi sevebilir, neyin tadını alabiliriz ki?
Geçen 10220 günden sonra söyleyebileceğim net birşey var. Sevdiğin bir kağıt parçasıysa bile o senindir. Sen bırakmadan kaybolmaz. Başkaları için sevilmeyeceğini yaşayarak öğrenmiş bir insan olarak söylemek istediğim birşey var.
Başkalarına hatta kendine rağmen seversin.
Ve sevmek güzel birşeydir.
Bu yazdıklarım belki çok büyük anlamlar ifade etmeyebilir sizin için… Ama arada bir hatırlayın belki bir gün lazım olur.
SEN KİMSİN Kİ BEN KİMİM?
Ne kadar abuk subuk bir başlık oldu farkındayım. Bilerek o şekilde yazdım. Sen kimsin ki cümlelerini biliriz…
Sen kimsin ki bana akıl veriyorsun?
Sen kimsin ki bana öğretiyorsun?
Sen kimsin ki bana kafa tutuyorsun?…
vs. vs..
Çok değişik bir zamanda hayatımızı sürdürüyoruz. İnanılmaz şeyler oluyor ama olmuyormuş gibi yaşıyoruz. Toplumsal koma haline geçtik uyku halinden. Bizler adına kararlar alınıyor, bizler adına adımlar atılıyor. Ama bizim umrumuzda değil. Bizim çok değer verdiğimiz hangi kavram varsa önce ufak ufak gıdıkladılar. Ciddiye almadık tabi… Bir süre sonra çok seslilik dedikleri Türkiye’de kakafoni olarak kendini gösteren laylay demokrasisi ile bu bizim için önemli kavramlara alenen saldırmaya başladılar. Bir hık dedik, iki mık dedik ama bizim öyle meşguliyetlerimiz vardı ki, bu meşguliyetler arasında farkedemediğimiz o kadar çok şey vardı ki unuttuk gitti.
Bugün artık bizim kavramlarımıza bizlerden birileri tarafından dalga geçer gibi binbir türlü hakaret ediliyor. Bi allahın kulu da Efendi! dur orada..! diyemiyor.
Nedir bizi bizden uzaklaştıran diyorsanız aslında biraz okuyarak, biraz kafa patlatarak bunu çözmemiz hiç te zor değil.
Arzu eden varsa bi şekilde izahını yaparız.
Benim demek istediğim şu özetle… Kendimizi, değerlerimizi o kadar çok yitirdik ki bize, bizim olana laf uzatana ancak
Sen kimsin ki ben kimim? gibi bir soru cümlesi ile diklenebilecek durumdayız. Böyle diklendik mi oturur bu sorunun cevabını bulmakla uğraşırız ve bize bahşedilmiş bütün muhakeme yeteneğimizi kaybettiğimiz için “kukuman kuşu” misali düşünür dururuz tünediğimiz hayat kavramlarının üstünde.
Kendimize gelmemiz lazım. Acilen!