buyursun

Sen nereden geliyordun bilmiyordum
başucu kitabımdan yorulmuştu gözlerim
hani biraz önce satırlarında gezindiğim
sen demeden sonunu bildiğim o cümlenden bir nefes önce
seni düşünerek daldığım hangi geceydi bilemediğim

her öğün seni sunuyordu bana
her lokmada yutuyordu senden uzaklığım
her yol sana çıkıyordu da
ben çıkmaz sokaklarda geziyordum
seni anlatıyordum herkese
ve sen yoktun

uzak bir köşede yalnız ne yapardın bilmezdim

sonra…

sen geliverirdin her zaman olduğu gibi

soğuk odamda donmak için bir pencere daha açıyordum
söküp atamadığım ateşini ciğerlerimden atmak için
Seni bulduğumu zannederken
her gece sabah olmasın diye dua ederken
ben onu unuttum derken…

birgün…

dudaklarımın söylediğine inanmayan kalbim atarken sana doğru
bir kış gününde leb-i deryada seninle soluyana kadar İstanbul’u
nefes almayan ben..
Ve şimdi sen ben ve….
onun da sırası geldi.
Buyursun gelsin.
Hoş gelsin.

Kahramanın Kim?

Sonra sen bakıyordun geçmişine ahlar vahlar denizinin tam ortasından… yelken açtığının bile farkına varmadığın bu kalabalık okyanusta bir başına kaldın. Sonra sen, gözlerin yaşlanırken kendi ihtiyarlığını farkettin. Kollar aynı kollar, salınıp duran gövden aynı… İsmin neydi hatırlayabildin mi? Sana hiç sorulmadan kim olduğunu düşünmüş müydün? Korkak olduğunu farkettin mi yalnızlığına dayılık yaparken? Koca bir hiç içinde ne kadar dolduğunu farkettin mi? Cervantes tanısaydı seni çıkarırdı yel değirmenlerinin karşısına ve Hugo aradığı sefilin ta kendisi olduğunu söylerdi sana. Yine de boşver. Sen az önce okuduğun satırların kahramanı değilsin zaten. Hiç öyle olmadın. Senden kahraman olmaz zaten adın her neyse!!