Hu…Hu…

picture-1.png 

 

İlk notasında başlıyor titreşimler… Bir anda alıyor aklımızı başımızdan ve nereye gittiğini kestiremediğimiz cümleler akıveriyor parmaklarımızın ucuna.

 

Fonda tiz sesler kendini göstermeye çalışırken bir an ilgisiz kalabiliyorum. Ta ki kemanın iç gıdıklayan notasına basınca bir başkasının henüz nasırlaşmamış elleri…

 

Kendimi tanıyalı çok olmadı. Çocukluktan kurtulmaya çalışmaktan olgunlaşmamıştı belleğimiz ve biz annemizin sıcak ellerine dokunmayı bu kadar çok özlemiyorduk o zamanlar. Başımızı çevirdiğimiz noktada gölgeler dolaşıyordu. Aralarında parlıyorduk ya biz sanıyormuşuz parladığımızı belki de…

 

Bir o yana bir bu yana uçuşuyordu kimlikler. 

Kim ne olduğunu bilmiyor..veya biliyor ama bildiklerini yaşamaktan çok uzaklarda bir yerde kendisinden daha güçlü bir rüzgarın esintisinde kayboluyordu.

 

Yaş kemale ermemişti ve geceleri yattığımızda rüya alemine dalmadan hayal aleminde koşturuyorduk. Bam telimize dokunan gözler çıkmamıştı karşımıza ve biz tepeden tırnağa gerçekleşecek dönüşümün 20.000 fersah ötesinde kovboyculuk oynuyorduk kendi kasabalarımızda.

 

Cümlelerimiz daha kısa ve daha anlaşılırdı belki ama birilerinin anlaması kaygısı taşıyorduk. Yelkenlerimizi açtık ve yola koyulduk.

 

Yolculuğun her anı birbirinden heyecanlı öyküler, kavuşmalar, tekrar kavuşmalar ve en sonunda kavuşulmayası ayrılıklarla doluydu. Adadan adaya sek sek oynayadursun eski zaman hatıratları biz açılalım gönlümüzün tahtındaki uçsuz bucaksızlığa…

Onun saçına. onun gözlerine, sözlerine dalalım…

Vuslat peşinde koşsun koşacaksa hayalciklerimiz. Ve biz onu konuşaduralım.

 

Sevekalalım, bataçıkalım, “düş”e kalkalım, sarmaşalım, dolaşalım, yok olalım.

Sevdasından başımız dönsün, özleminden damarlarımız titresin. 

 

Atsın hu hu diye…

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir