Yan masadaki biraderime…

Kaç yaşındaydım hatırlamıyorum. Abim üniversitedeydi Eskişehir’de… Türk filmlerinin çok etkisi vardı sanırım üzerimde. Tarık Akan polistir. Ahu tuğba’da oralarda bir yerdeydi sanırım. Narkotikçi Tarık o baskından bu baskına koşturmakta ve uyuşturucu baronlarının düzenini oldukça bozmaktadır.Diskolara yapılan baskınların ardı arkası kesilmemektedir. Gençlik uyuşturucu bataklığında kaybolmakta.

Ve benim çocuk gözüm abimi arıyor içlerinde… Ya abimde öyle olursa!

Hiç unutmam Adapazarı’na bir gelişinde bütün ceplerini karıştırmıştım o filmde gördüğüm beyaz toz çıkacak mı cebinden diye.

Yıllar geçse de değişmeyen şeyler var. Ondan yıllar sonrası bir kabusumda tekrar nüksetti birader. Detayları çok hatırımda değil ama abim hastalanmış ve hastaneye kaldırılmış. O zaman ben öğrenciyim ve istanbuldayım. Koşuyor gidiyorum. Abimi görüyorum gülüyor yüzü. Ohhhh diyorum sarılmak istiyorum. sarılıyor ama ona sarılırken bişeylerin ters gittiğini görüyorum. Abimin bacaklarından biri yerinde değil. Ve ben ağlamaya başlıyorum. Tutamıyorum kendimi. Gülmem lazım ama olmuyor. Kabus bu ya… O beni güldürmeye çalışıyor. Olmuyor. Öyle bir ağlıyorum ki engellemek mümkün değil. Ve uyanıyorum. Gözlerimdeki yaş aynı, hıçkırıklar aynı ağlamaya devam ediyorum. Ediyorum ediyorum…

Hayatın bir gidişi var ve bizler bazen kapılıyoruz rüzgarına. Ama değişmeyen şeyler de var. Hani diyorum birader bazı şeylerin tadı özlensede bitmiyor ya…

Benden sana gelsin… Hemen yanı başındaki masadan. Hep oradayım ya ben…

Afiyet olsun, yarasın biraderime….

duvarlar, taşlar ve yollar…

Bir elimde bir kağıt parçası dolaşıyordum. Yanımda duvar vardı başından sonuna kadar sokağın… Köşeyi dönünce yok olduğunu gördüm. Yalnız kaldığımı düşünürken önüme düşen başım gözlerimin açılması ile tekrar diklendi karşısındaki ağaca…

Gölgesinden kurtulmak ister gibi adımlarımı daha büyük atmaya ve ardı sıra saydırmaya başladım makineli tüfekten çıkar gibi. Uzun sürmedi tabi kurtulmak üzerimdeki yüksüz karanlıktan… O da geride kalmıştı aynı ağaç gibi. Bir bulut gelene kadar güneş beni takip ediyordu. Evsiz bir kadın üzerine geçirdiği battaniyenin ucundan kafasını çıkarana kadar farketmemiştim evinin önünde durduğumu. Çok geçmeden ayrıldım huzurundan. Uzaktan Edith Piafın sesi duyuluyordu. Yolumu çeviremedim. Taşlar vardı. Duvardan bağımsız ve soğuk.

Üzerinde kısa paltosu elinde sigarası ile mutsuz bir yüz geliyordu karşıdan… Gülmenin yakışacağı yüzüne hiçbir şey sürmemişti. Rüzgarda olmasa yüzüne dokunan hiçbir bişey olmayacak gibi bir halle yanımdan geçip gitti. O da soğuktu taşlar gibi…

Büyük bir binanın karşımda durduğu bir yolu yarıladım. Büyük kubbesi iki yanında altın kaplamalı heykellerin beklediği bir mabedti sanırım. Yol önünde secde etmiş arabalar ve kuru bir kalabalık üzerinden geçip duruyordu. O hiç bozmuyordu duruşunu ki bende üzerinde dolaşmaya başladım.

Küçük bir avlu arkasında bir kapı karşıladı beni. Ortada geniş bir bahçe sevgilileri ağırlıyordu. Avluya bakan onlarca küçük dükkan içlerindeki antikaların soluklanması ile ortaya çıkan tozlu bir koku yayıyordu. O tarafa yöneldim. Karanlık bir antika dükkanı karşıladı beni yanındak kafeye attı soluk almama bile izin vermeden. Şapkalı bir kadın geziyordu hemen önümde. Şöyle bir baktı ve kafasını çevirdi vitrinine Didier Ludot yazan etiketlerin bulunduğu küçük dükkanın…

Galerilerin arasından yorgunluğuma inat yöneldim başka bir sokağa. Taşlar ve yollar yine vardı. Hiç pas vermeden devam ettim. Uzun siyah paltoları birbirinin kopyası tarzları ile bir kaç Fransız erkeği yanlarında çantalır gibi dolaştırdığı bi kaç hanımı takmadan tartışıorlardı aralarında. Arkalarında onları izleyen o muhteşem tablonun farkında bile değillerdi. Ben selam verdim tabloya ve derin bir nefes çektim. Ne koku rahatsız ediyordu artık ne karanlığı bu şehrin. Her yer, her duvar, her yol tek bir yere çıkıyordu. Ve onun güzelliğinin yanında Eifel kulesi bile öksüz bir çocuk gibi çaresiz bakıyordu düm düz şehre… Kulaklarımda bir türkü, gözümün önünde gözleri, gönlümde tahtı ile kralların meydanına yöneldim.

Coşkulu bir kalabalık vardı. Duvarlardan, taşlardan ve yollardan oluşan…

Bir de…