Robinson Crusoe İstanbul’da

Daniel Defoe - Robinson Crusoe.jpgSevgili kardeşimiz Robinson Crusoe’nun hikayesini hepimiz biliriz. Kitaplarını okumuşuzdur, filmlerini izlemişizdir. Cuma’sıyla minik adalarında yaşadıkları maceralar, hayat mücadelesi, geçim kaygıları vs… Bu arada kitap Daniel Defoe’ye aittir bilmeyenlere hatırlatma…
Nasıldı hikayemiz, Robinson macera dolu yaşantısı olan o okyanus senin bu okyanus benim gezip duran bir asıl kişidir. Yine bir yolculuğunda saadet kayığı azgın dalgalara yenik düşer ve Robinson kendisini bir ıssız adada bi kaç parça eşyasıyla acunsuz survivor olarak buluverir. Mavi takım üyesi olarak başladığı ada yaşantısında canı arkadaşı Cuma ona eşlik etmektedir. Ama o henüz annesinin karnı yarığını değil karnı yarılmış insancıkları yiyen bir yamyamdır. Gelgelelim sanırım 28 sene boyunca uslu uslu yaşadıklarını rivayet ederler. Eğer ki birbirlerine Robi ve Cumacığım diye hitap etmemişlerse…
Sevgili abimiz yüce survivor Robinson ilelebet dokunulmazlık kazanmış halde yaşarken bir yandan da yamyam Cuma’yı medenileştirir. Bla bla bla…
Neden anlatıyorum peki bunları…
Efendim geçtiğimiz hafta yoğun bir iş süreci geçirdim. Yaklaşık 5 gün gece gündüz çalıştıktan sonra günübirlik bir seyahat için şehir dışına çıktım. Günü beşlik haline dönüşen bu seyahatim boyunca ıssız adada değilde bolca kalabalık, trafik ve karmaşanın olduğu city of the İstanbul’da kalmak zorunda kaldım. Tabiki bir gün icin gittiğimden aynen Robinson abinin durumuna düştüm. Neredeyse 4 gün matbaadan hiç çıkamadım. Tam bir sefalet yaşadım. Her sabaha bugün gelip alacak beni sahil güvenlik veya kurtarma ekipleri diye umut ederek başladım. El netice insan yaşantısının ritüellerine ne kadar çok alışırsa o yaşantıdan az biraz uzaklaştığında kendisini Robinson gibi buluveriyor. Çözüm üretmeye başlıyorsunuz, olmazları oldurmaya, dayanılmazlara dayanmaya başlıyorsunuz.

Böyle bir süreç yaşadığımdan ötürü şunu kolaylıkla söyleyebilirim. Biz insancıklar yaşadığımız şehirlerin, semtlerin, evlerin Robinson’uyduk. Özgür olduğumuzu düşündüğümüz hayatlarımız bizim değil. Farkında değiliz ama bizler Cuma’laşmışız. Cuma medeniyeti öğrenirken bizler medeniyetten gün geçtikçe kopuyoruz. Yalnızlaşıyoruz kalabalıklar arasında…

Son söz…
Kendinizi unutmayın. Sevdiğinizi unutmayın.
Bitti.
Robin-SON-

Derin Devlet vardır.

Bir tartışmadır gidiyor… Derin devlet var mı? Gladyo’nun uzantısı mıdır? Amerika’ya esir olmuşuz, yok avrupa Birliği falanda filan…
Hepimiz kahramanlık destanları ile büyümüşüzdür. Benimde mensubu olduğuğum kuşak ihtilal sonrası yetmeler olduğumuz için biz daha çok ceddin deden nesrin baban ara gazı, şanlı osmanlı nutukları ile büyütülmüşüzdür. Arada sinmiş, sindirilmiş cumhuriyet kuşağının aydın vatanperver öğretmenleri de olmasa belki günümüz eğitim sisteminin içinde yetişen çocuklar gibi yetişecektik. O zaman hip hop yoktu da, Timberlake yerine falancalar vardı belki ama yine de Cumhuriyet, Atatürk, Türk Milleti, Bayrak gibi kelimeleri duyunca kalbimiz içten bir sızlardı, başımızı dik tutar kendimize olan güvenimizi hissederdik derinden…
Gelelim günümüze… Tarihi boyunca dünya üzerinde “ırkçılığa” zerre kadar yanaşmamış, başı sıkışana hangi dinden, hangi milletten olursa olsun kucak açmış bir millet, kendi çıkar ve hassasiyetlerini gündeme getirince kafatasçılıkla suçlanıyor. Kendinden menkul “aydınlar” tarihlerini bilmezler atıp tutuyor meydanda… Kimisine Nobel veriliyor, kimileri mütareke basınının köşe başlarına yerleştirilmiş düğmesine basıldığında ötmeye başlıyor; Demokrasi, Küreselleşme, İnsan Hakları vesaire vesaire…
Bu topraklar tarihinde birçok millete kucak açmamış mıdır? İspanya’dan kaçan Yahudilere, II.Dünya Şavaşı’ndan kaçan profesörlere( ki o dönemde en özgürlükçü buldukları memleket geldiklerini ifade etmişlerdir), bugün Aslana hırlayan köpek misali arada sırada atıp tutan sözde devletlerin sözde devlet başkanlarının kendileri sefa içinde yaşarken aç susuz gariban tebaları Saddam’dan kaçarken bu millet sorgusuz sualsiz kapılarını açmamiş mıdır+? Ne kadar uğraşsalar da yine de bir arada yaşama inadını, inancını sürdüren bu milleti nasıl tanımamışlardır.
Evet ben açıklıyorum Derin Devlet vardır…
Çok derindedir temeli… Gücünü Ulusal iradeden alan, muasır medeniyet hedefinde, kendine güvenen, büyüklüğünün farkında, milli manevi değerlerine bağlı, Mustafa Kemal’in çizdiği yolda, bağımsızlığın derdinde, insanını hiçbir birlikten, devletten, kabileden, aşiretten aşağı görmeyen, bu kavramlarına dokunulduğunda artık sabretmeden tepkisini veren bir derin devlet vardır. Bu derin devlet bende dahil olmak üzere bu hassasiyetlerini koruyan Türk Ulusudur. Derinliği sahipliğinden gelmektedir.
Her zamanda olacaktır.

Bu bir hayata iştirak meselesidir

durduğumuz yerden hayal kurmak neye yarıyor ki? yaşamak bir hayata iştirak meselesidir. eski dilden süslü kelimeler kullanmak değildir amacım “zira” bu bir katılım meselesidir. tek bir kelime dahi yazamadan geçmiş 2 koca yılın “blog” denen ne menem bir gavur icadından faydalanarak acısının çıkarılması meselesidir. bu anlaşılamama kaygısı taşımayan rakamlardan oluşan kişisel bir imza kodlamasıdır. benim değil, anlamayanların meselesidir.